31 Aralık 2010 Cuma

Şairin İntiharı

Bir Can Dündar yazısı.
tarih 05.10.2002.
8 yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen kişisel hafızamdaki sıcaklığını koruyan bu yazıyı -acı da olsa-anafikrini oluşturan,"herkesin bir başkasının mutsuzluğu pahasına mutlu olduğu bir düzenin/yaşamın/işleyişin" her gün giderek daha da ağırlaşan çarkları arasında hala ezildiğimiz için paylaşmak istedim.

Buyrun işte yazı:

Bir süredir masamın üstünde tek sayfa bir mektup duruyor.
"Şuna bir göz at" diye elime tutuşturulmuş bir mektup...
13 Eylül 2002 tarihli... Düzgün bir el yazısıyla yazılmış.
En üstte büyük harflerle "Aslında bütün mesele neydi?" yazıyor:
"Hani, ‘Hayatın neresinden dönülse kardır’ dizesi var ya Nilgün’ün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. Nilgün Marmara’nın 29 yaşında, S. Plath’in şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. Ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. Bu yüzden ‘Şubatta Saklambaç’a bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. Ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). Ama şimdi..."
İlk okuyuşumda burada durdum. Devam etmeye korktum.
Sonra merakım yendi korkumu...
Okudum:

"Ama şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde huzur bulamadığıma göre bu tarihi bekleyecek gücüm de kalmadı. Hem Zebercet de belirlediği tarihten önce intihar etmemiş miydi? (Kimbilir belki kendimle barışabilseydim...)
Yerleşik Yabancı’ydım her yere Metin Abi... Sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için.
Daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama?
Tüm arkadaşlarımı ve sevgilim Meral’i çok seviyorum.
Beni affedin."

Mektubu ileten arkadaştan öğrendim sonrasını...
"Şair - yazar - akademisyen Zafer Ekin Karabay o mektubu yazdığı gün, Eskişehir’de intihar etti."
Neden peki?
"Aslında bütün mesele neydi?"
"Şiir hem yitiş, hem kurtuluştur" diyen bir şair, niye 29’unda kemerine asar kendini?..
"Yaşamdan daha büyük olma isteği mi? 30 yaş kırgınlığı mı?
Mağrur bir an mı?"
Hayır!
Mesele (Mayakovski’den Kaan İnce’ye, Van Gogh’dan Nilgün Marmara’ya, Jack London’dan, Hemingway’e kadar) bütün sanatçıların, vicdan sahiplerinin, hayatı sevenlerin meselesi:
Ozanın, başkalarının acısı pahasına elde edilen mutluluğu kabullenememesi...
Alaattin Topçu’nun deyişiyle "hayatın ağırlığı karşısında insanın hafifliğini", "N’apalım, dünya böyle" diye geçiştirememesi...
Sokaktaki tevekkülle baş edememesi... Sokaktakilerden olmayıp, onları dönüştürmeye de gücünün yetmemesi...
Ve "kendiyle barışıp" haksızlığa alışarak yok olmaktansa, intihar ederek var olmayı tercih etmesi...
Nilgün Marmara da "Ey, iki adımlık yerküre/ senin bütün arka bahçelerini gördüm ben" deyip gitmedi mi?

"Son mektup"un üzerinde bir not var:
"Bunu Kül’de yayınlarsanız sevinirim" deyip muzipçe soruyor:
"Nasıl sevineceksem?"
Sonra da bu talepteki tutunma çabasına dikkat çekiyor, parantez içinde:
"Bu da hâlâ yaşamak istediğimi mi gösteriyor nedir?"
Son kitabını göremeden ölmüş bir ozanın son mektubunu yayımlatma isteği... Vahşeti yüreğinde hisseden "yabancı"nın dayanılmaz bozgunu...
"Kaçış değil onlarınki, reddediş", biliyorum.
Ama yine de "Bu reddiyenin başka yolları olmalı" diyorum.
Bunca haksızlığı ve bizim onca haksızlığa alışmışlığımızı böyle yumruk gibi yüzümüze vurmadan, canına kıymadan...
Bizi şiirsiz, şairsiz koymadan...
Hayatla başa çıkmanın ozanca bir yolu olmalı...
Çünkü Karabay’ın dediği gibi;
"Yolculuğa çıkmışlar için hem limansa şiir, hem de gemi..."
O gemiyi en son şair terk etmeli...

Hiç yorum yok: