Herkes yazı yazar,şiir yazar...Güzeldir yazmak...İçini akıttığın,hırçınlığını durulttuğun andır kaleme vurduğun her hece...Anlatamadığın zamanların mürekkepte vurgusudur kimi zaman yazmak..
Ama öyle yazılar vardır ki seni senden alan...öyle içten,öyle kendimizden olmuş yazılar...
İşte böyle yazıların sahibi birisi;şiirleriyle bizi bizi anlatan bir şair,bir tarihçi ve bi yazar hatta daha fazlası Can Dündar...
Ama tüm bunların ötesinde kendi diliyle anlattığı hayatıyla tanımalıyız Can Dündar'ı...unutamadıkları ve yaşadıklarıyla...
"Tek çocuktum.60'larda 6'ıncı ayın 16'sında saat 6'yı 56 geçe, 06 trafik kodlu şehirde doğdum.
Bu 6'lar hayat boyu peşimi bırakmadı.Can Bartu'dan ad takmışlar; adımı ve tutacağım takımı
seçme şansım olmadı.Doğduğumda anayasa kabul edileli birkaç hafta olmuştu ve Menderes'in
asılmasına birkaç ay vardı.Anayasayı 10 yaşıma gelmeden budadılar, 30'uma varmadan
Menderes'in itibarını iade ettiler.
* * *
Daha göbek bağımın ucu kurumadan evin önünden akan boklu dere taştığından bütün
zıbınlarımı sel aldı; çıplak doğdum denilebilir.Annem babam memurdu.Annemin "daire"sinde,
facit hesap makinalarıyla, DMO damgalı daktilolar arasında büyüdüm. Yandaki bina Tuslog'tu.
Birtakım kızgın gençler üç günde bir gelip bağırır, çağırır, taşlarlardı. 68 kuşağıyla orada
tanıştım.
* * *Usluydum.Sabah bir koltuğun üzerine bırakırlar, akşam gelip oradan alırlardı.Utanılacak
kadar normaldim. Hiçbir oyuncağımı kırmadım, zil çalıp kaçmadım, Ayşegül'lerimi yırtmadım.
Şimdi onları tek tek oğlum yırtıyor.Pazar'ları Ankara'da banyo günüydü. Koca odun parçalarıyla
zor yanan kazanların kaynar sularında tuğla büyüklüğünde yeşil sabunları kafama yiye yiye
yıkandım.Babamdan fiske yemedim, ama annem feci keseler ve vurdu mu çınlatırdı.Ulus'ta
Santral Bebe'den giyinirdim. 5 yaşımda teyzem beyaz puantiyeli kırmızı gömleğimin üzerine
maşrapayla su dökünce ilk kez intiharı düşündüm. Sonra vazgeçtim.6 yaşımda feci bir trafik
kazası geçirdim. Bir minibüs taklalar atarak geldi ve içinde bulunduğumuz Citroen'in üstüne
çöktü. Arabanın motoru dizlerime bindi, kafam ön cama geçti. Alnıma çizili yara, alın yazısı değil,
kaza kalıntısıdır.
* * * Bir yaşgünümde sünnet oldum. Sünnet davetiyemin üzerinde baltasıyla bir adam ve
kenarda bekleyen kedi figürü vardı. "Maşallah" yazılı şapka giydim. 3-5 arabalık konvoyla kısa
bir Ankara turunun ardından Hacı Bayram'a gittik. Tören Harita müdürlüğünün bahçesindeydi,
ama aksilik işte, Haziran ortasında yağmur yağdı. Neyse ki top ve saat geldi de hediye,
sevindim.
* * * 7 yaşımda beni Cuyibar Hanım'a teslim ettiler. "Hazırol" dediler, hazırolmuştum zaten.
Resmimi çektiler. İlk gün ağladım, zamanla alıştım.O yaz yakama kırmızı bir kurdele iliştirdiler:
Okumayı sökmüştüm. Dikmek, yıllarımı alacaktı. Diploma törenimin filmini yıllar sonra bir sınıf
arkadaşım getirdi. Filmin sonundaki mahçup çocuğa bakakaldım.
İlk şiirleri halam fısıldadı kulağıma... Nazım Hikmet'in "Seçmeler"ini getirip evde ulu orta
okumaya başladı. Etraftaki tedirginlikten anladım bu işte bir terslik olduğunu... Az önce bir
örneğini gördüğünüz devrik cümle alışkanlığım o zaman başladı.
***
Ailece toplanıldığında günlerden Pazartesi ise ay çekirdeği ile Radyo Tiyatrosu dinlenir, "sair
akşamlar" blum oynanırdı. Muhabbet varsa mutlaka pikapta Neşet Ertaş olurdu. Eniştem ya
bağlamasının "döşünü" döve döve ve yanık yanık bozlak söyler ya da babamla muhtemel bir
ayrılığa meydan okurcasına kenetlenerek halay çekerdi. Halay ekibinin üçüncü üyesi eksilmişti
epey önce... Arada gece uzarsa rakıyı kapıp mezarlığa gittiklerini duyardım.Zamanla
Samanpazarı'ndan bana da bir bağlama aldık. Lakin okulda mandolin dersi vardı. Şu meşhur
kültür ikilemiyle pek küçük yaştan tanışmış oldum. Evde bağlamayı mandolin gibi çalmakla,
okulda mandolini bağlama gibi çalmakla suçlandım. Arabesk hayatım böyle başladı.O yaz dayım
nişanlısından ayrıldı. Bir gün anneannemin Altındağ'daki gecekondusunun bahçesindeki dut
ağacının altına rakı sofrasını kurdu. Pikaba 45'lik bir plak yerleştirdi. "Bir Teselli Ver" çalmaya
başladı. 30 yıl sonra belgeselini yapacağım adamla o zaman tanıştım.(Her iki anlamda da) iyi
misket oynardım. Müselleste zayıftım, tumbada fena sayılmazdım. Bileklerim lak-lak'tan çürük
içindeydi."Marmaraspor"da mevkiim liberoydu. Kızlardan ürkerdim.Mahallede Şadiye diye
mavi gözlü bir kız vardı. Şadiye diye dalga geçerlerdi. "Şad et"menin ne demek olduğunu
anladığımda Şadiye'ler çoktan taşınmışlardı bile... Sezer Güvenirgil'e hastaydım. Koca bir defteri
O'nun resimleriyle doldurmuştum. Cüneyt Arkın'a mektup yazıp resim istedim; "Fahrettin
Cüreklibatur" imzalı bir kart geldi. Yıkıldım.Orduevinin açık hava sinemasında Jerry Lewis
filmleri oynuyordu, Dışkapı'da Yılmaz Güney'in "erişte Western"leri... Ben ikincileri seviyordum.
"Sevgili öğretmenim"i Ankara Sineması'nda, "Spartaküs"ü Büyük'te izlemiştim. İkisi de işhanı
oldular şimdi..6O'ların sonuna doğru bir gün, "Pal sokağı"ndan arkadaşım Tayfun'la bizim evin
yanındaki misafirhanenin camına burnumuzu dayayıp, içerde ışıklar saçan bir kutu gördük. "Pilli
bebek" diye bir çocuk yürüyordu ekranda... şaşıp kaldık.Birkaç sene sonra o ışıklı kutu bizim
eve de geldi. Geldiği günün akşamı Kebap 49'dan pide söylendi; özel bir durumla karşı karşıya
olduğumuza hepten inandım.
* * *
Epeyce zaman sonra o ışıklı kutunun içine daldım.Oğlum önce burnunu dayayıp camına bana
baktı, sonra arkasına dolaşıp babasını aradı.1973'de Batur'un jetleri öyle bir uçtu ki tepemizden,
ev yıkılıyor sandım...Meğer o hiçbir şeymiş. Bir yıl sonra Ayvalık'ta tatil yaptığımız kampta
"Savaş" alarmı verildi. Tanklar gelirken, insanların arabalara doluşup nasıl kaçtıklarını gördüm.
Ürktüm.Doğan Kardeş'ten Hey dergisine, Neşet Ertaş'tan Demis Roussos'a geçmiştim.
***
Kocabeyoğlu'nun altından Cat Stevens plakları alırdım.Yıllar sonra O'nunla Yusuf İslam olarak
tanışınca bale öğretmenim imam olmuş duygusuna kapılacaktım.
* * *
Bir süre "istekçilik" yaptım. "Camia "da namım yürüdü. Sonra "Kızlar yazışalım mı" türünden
yılışıklıklara bulaştım bir ara...Yanıtlayanların çoğuyla yazıştık, bazılarıyla tanıştık.Yüzüm gözüm
sivilcelenmeye başlamıştı. Çoğu kuşakdaşım gibi ilk seks derslerini Arzu Okay'dan aldım. En iyi
parçalar Kerem sinemasındaydı, ama Şevket Kazan diye bir adam ikide bir sinemayı bastırıp
filmleri toplattırıyordu. Aradan çeyrek asır geçti; ben çoluk çocuğa karıştım, Arzu Okay
dükkan açtı, ama Şevket Kazan hala Adalet Bakanı'ydı.15 yaşında "arkadaşlık teklif ettiğim
kız" ("flört" sonradan geldi, "çıkmak" ondan da sonra... "yatmak" ağza bile alınmazdı) "Beni bir
seks filmine götür" diye tutturdu. Başına bir şapka geçirip Sinema 70'e götürdüm. Gişede hemen
farkettiler. Yine de içeri buyur ettiler. Sinemada en az 100 adam vardı. Çocuk boyunlarımızı
yere devirip onların arasından geçerek arkada bize gösterilen locaya kurulduk. Parça yoktu.
"Danıştay kararıyla" "İsveçli Bakire" oynuyordu, ama başrol oyuncusunun Türkiyeli muadili
hemen arkada olduğu için salondakiler perdeyerine locayı izlemeyi tercih ettiler. Kasılıp
kaldık.Öpüşme daha edepli bir filmde kısmet oldu. Yıldız Kenter'in genç kızıyla birlikte Yunan
mezalimine karşı direnişini hikaye eden bir film vardı. Laf olsun diye gitmiştik. "French kiss"
neymiş orada anladım.Islandım.Öptüğüm kız, peşimden bizim liseye yazıldı. Geceleri uzun
mektuplar yazıp, sabah oldu mu götürüp çantasına sıkıştırıyordum. O da kendi yazdıklarını bana
veriyordu. Eve teyp alınınca O'na kasetler doldurmaya başladım. Prestij plaktan daha seri
üretim yapıyordum.Bir "fan klüp" kurmuş, şiir yarışmaları, köylere kitap kampanyası gibi
"sosyal faaliyetler" yürütüyorduk. Bayramlarda Kızılay postanesinin önünde buluştuğumuzda
tebrik kartı tezgahlarında burnu sümüklü çocuk fotoğrafları görmeye başlamıştık.Genellikle
fotoğrafın hemen altında, halamın yıllar önce gizliden gizliye kulağıma okuduğu şiirlerden birkaç
mısra olurdu.O çocuklara üzülür, ama şiirleri severdik.Sonra bir gün okulun ön camına bir
Hergün gazetesi asıldı. Manşette "Kızıllar kudurdu" yazıyordu. 1 Mayıs kana bulanmıştı. O
günlerde Atatürk büstünün altındaki "Bağımsızlık benim karakterimdir" yazısı söküldü, yerine
"Komünizm görüldüğü yerde ezilmelidir" yazısı asıldı.Gerisini hatırlamak bile
istemiyorum.Hayatımızın en güzel yıllarını aldılar elimizden...Onları hiç affetmedim..."
CAN DÜNDAR
27 Haziran 2009 Cumartesi
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder