3 Mart 2010 Çarşamba

Bu Kafa


İktidar partisine yönelik, muhtemel bir ‘kapatma davası’ söylentisi hızını kesmekle birlikte, siyasi tartışma alanına gölge düşürmeye devam ediyor. Siyasette bu gölgeye karşı en kalıcı tedbir, kuşkusuz siyasi parti kapatmayı zorlaştıran gerekli yasal değişikleri yapmak. Ancak bu tedbir kısa vadede güvence sağlayamayacağına göre, aklı başında herkesin ve her çevrenin böyle bir ihtimalin önünü kesmek için elinden geleni yapması gerekiyor.


Demokrasi adına kaygılar bir yana, iktidar partisine yönelik bir kapatma davası Türkiye’nin muazzam bir siyasal kaosa sürüklenmesi demektir. İktidar partisinin önünü kesmek için, böyle bir çılgınlığa aklı yatan varsa, geniş toplumsal/siyasal muhalefetle karşılanarak engellenmelidir.


Diğer taraftan, iktidar çevresinden de, gerilim siyasetinden kârlı çıkmaya aklı yatanların ve böyle bir süreci kışkırtanların olabileceği yönünde yorumlara rastlıyorum. Doğru veya yanlış okuma olabilir, ama o kesimden de bu çılgınlığa aklı yatanların önüne dikilmek gerek. Halihazırda böyle bir sürece değilse bile, bu söylentiye yatırım yapan eksik değil. İktidara yönelik eleştirileri, ‘parti kapatmaya zemin hazırlamak’ diye savuşturma gayreti malum. Zaten iktidarı destekleyen bir çevrenin en büyük silahı bu; eleştirilere cevap yetiştiremediği yerde ‘darbe kışkırtıcılığı’, o olmadı ‘kapatma davasına yol hazırlamak’ gibi ithamlarla işin içinden sıyrılmak. Siyasi tartışmayı, bu deli gömleğinin içinden çıkarmanın en etkin yolu ise bu tür ihtimallerin, sonuna kadar önünde durmak.

Dahası, Türkiye’de demokratikleşmenin önünü açmanın yolunun, ‘bir büyük kapışmayı’ kışkırtmak olduğunu düşünen ve bu istikâmette gidenler var. Bu kafada olanların tümü, ister eski solcu yeni liberal, ister ‘post-modern cemaatçi’ olsun, olaylara bakışları fazlasıyla birbirine benziyor. Bir zamanlar devrimci durumun oluşması için ‘çelişkilerin derinleşmesini’ bekleyenler belli ki kafayı değil, istikâmeti değiştirdi. Siyasal tavrını, bir ‘muhayyel toplum’u hayata geçirmek üzerine kuran tüm siyasal anlayışlar veya dünya görüşleri, çatışmaların derinleşmesinden medet umar. Muhayyel toplumdan anladıkları ister tanımını kendi yaptıkları ve hiç tartışmaya açmaya niyetli olmadıkları bir ‘demokratik toplum’ olsun, ister iktidarın ‘milletin iradesini gerçekten temsil edecek altın, seçilmiş bir neslin’ eline geçmesi olsun, sonuç fark etmez. Niyetler ne kadar ‘iyi’, hayaller ne kadar ‘muhteşem’ olsun, bu kafa ‘tehlikeli’dir.


Çünkü, bu kafa, ‘mutlak iyi’ye, ‘mutlak doğru’ya ulaşmak için her yolu mubah ve meşru görür. Yoluna çıkan engelleri, ‘kaçınılmaz tarihsel sancı’, haksızlığı ‘kurunun yanında yaş da yanar’ diye kabul edilir bulur. Demokrasinin en büyük düşmanı, işte bu kafadır.


Türkiye’de siyaseti bu kafa ile, yeni bir zemine oturtmak için çaba gösterenler, ne kendilerinin iddia ettiği gibi demokratik hedefler adına, ne de bazılarının sandığı gibi, karanlık emellerle hareket etmiyorlar. Bir postmodern cemaat ile, eski solcu liberalleri buluşturan, ne demokrasi aşkı, ne de bazılarının sandığı gibi ‘kötü ve gizli’ niyetler değil, bu tehlikeli kafa! Çünkü, bu kafa, bir büyük kapışmadan tarihsel bir büyük diriliş bekliyor. Bu nedenle habire kapışmayı körüklüyor. Modern tarih boyunca toplumlara büyük maliyet ödetmiş milliyetçi, sosyalist, tüm otoriter akımların en büyük zaafı, bir büyük diriliş adına gözlerini karartmış, ‘yaş’ları ateşe atmayı baştan göze almış olmalarıydı. Ben, benzer bir mecraya akacak her türlü siyasal savruluşun bu açıdan son derece tehlikeli ve kaygı verici olduğunu düşünüyorum.


Parti kapatma gölgesi biraz azaldı diye, rahat uyuyamıyorum. Bu kafanın siyasete vereceği istikâmet, sürekli yeni kapışmaların kapısını aralamak olacak. Daha fazla demokrasi isteyen herkes, bu kapışmalardan medet ummak bir yana, bu kafayı sorgulamaya ve onun önüne dikilmeye çalışmalı.
Nuray Mert
Radikal-02.03.2010

Hiç yorum yok: