15 Mayıs 2011 Pazar

'Son Kale'yi Düşürme Harekâtının Muhtemel Tahribatı

Kenan Çamurcu'nun bölgesel planlar üzerinden yaptığı mhp analizi gerçekten çok çarpıcı.18 mayıs'a kadar süre verilen Bahçeli'nin, seks kasetleriyle daraltılan manevra alanından partiyi ve kendisini nasıl kurtacağı bilinmez ama bu operasyonun Baykal depreminden daha sarsıcı olacağı ve Türk siyasi yaşamında derin yaralar açacağı muhakkaktır.İşte size güncel bir analiz.İyi okumalar.

"Suriye'de Lübnan'ın Haririci Sünni kesimine ve Ürdün'e sınır bölgesindeki kimi şehirlerde başlayan protestoların ayaklanmaya dönüşmesi, Suriye'deki gelişmelerin Washington tarafından “Arap baharı”, “Arap devrimleri” şeklinde isimlendirilen potanın içine atılmasını ve böylelikle Suriye üzerine yapılan hesabın gizlenmesini kolaylaştırdı. İsrail'le (hatta İsrail'in çıkarlarının iç siyasetteki takipçisi haline gelmiş Hariri topluluğuyla da) savaş halindeki Suriye'de Baas rejiminin protestoculara karşı silah kullanması ise bu hesabı didiklemeye çalışanları hem güç durumda bırakıyor, hem de o hesap ayan beyan görülse bile vicdanların Suriye'nin yanında yeni sömürgeciliğin karşısında yeralmasını zorlaştırıyor. Washington'ın bölgesel nâzım planının propaganda aracı olarak iş gören yerli-yabancı medyanın, Amerikan sömürgeciliğinin yakın tarihindeki onlarca Hama hafızalarda canlılığını koruyorken Hafız Esed'in 1982'de Hama'da gerçekleştirdiği katliamı sürekli hatırlatmakla meseleyi tarihselleştirmeye çalışması da Nusayri (Alevi) Esed'e mezhebî hasımlığı bulunan muhafazakarlar üzerinde beklenen etkiyi yapmaya devam ediyor. Toplumsal durumları değerlendirirken daha önce dilinden bir kez olsun “Müslüman” kelimesini işitmediğimiz, meseleleri asla din kategorisiyle değerlendirmemiş Avrupacı bir bilimadamının birlikte katıldığımız bir televizyon programında, Hama'dan bahsederken ateşli biçimde “Bunlar Müslümandı, nasıl unuturuz!” dediğine bile tanık olduk.

Belki Sırp çeteleri Boşnak Müslümanlara saldırmasaydı AB(D)'nin Ortodoks blokun içindeki eski Yugoslavya'nın dağılması için özel çaba sarfettiğini kolaylıkla tespit edebilecektik. Yugoslavya bütünlüğünden kaç devlet çıkarıldığı (ulus kurulduğu!) yetmiyormuş gibi, en son bir de Kosova icat edilmesindeki hesabı ayrıştırmaya engel olmuş vicdan halleri yaratacak öyle çok olay yaşandı, Sırplar bu hesabı görmeye mani o kadar fazla zulüm yaptı ki oralarda olan biteni teşhis edenlerin sesi o homurtular arasında duyulamayacak kadar cılız kaldı. Neticede “yeni NATO”nun barışı koruma ve demokrasi ihraç etme doktrinini bayraklaştıran yeni sömürgecilik yürüyüşüne devam ediyor.

Balkanlar, Afrika (Sudan, Mısır, Tunus, Libya), Kafkasya (Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan), Doğu Akdeniz (Lübnan, Suriye), Doğu (Afganistan, Irak) ve başka yerlerdeki fetih seferleriyle şaha kalkmış yeni sömürgeciliğin bir süredir Türkiye açıklarına demirlediğinin farkındayız. Türkiye'deki tüm iç gelişmelerin bu 'manzara-i umumi'de anlamlı bulunabilecek olmasını ulusalcı refleksin vehmi sayılmaktan çıkaran ciddiyette işler dönüyor ortada. CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun genel başkan seçilir seçilmez İsrail'le ilişkilerin bu düzeye düşmesinden Başbakan Erdoğan'ı sorumlu tutması ve konuşmalarının zımnında sürekli ilişkiyi iyileştirme vurguları yapması, Türkiye'yi küresel kapitalizme entegre eden Derviş iktisadının mucitlerinden Öztrak'ın CHP'nin temsil locasına oturtulması ve CHP'nin ekonomi politikasının sözcüsü yapılması; BDP'nin kontrollü tırmandırmayla demokrasi oyunundan vazgeçilip sokakların Tunus, Libya sokakları haline getirilebileceğini, özellikle Suriye olaylarıyla eşzamanlı olarak söylemeye başlaması ve başka gelişmeler, Türkiye açıklarında bekleyen yeni sömürgeciliğin umduğu kıvama belki tahminlerden çok daha önce ulaşılabileceğinin alametleri olabilir.

Bu koşullar altında MHP'yi hedef alan “seks kasedi” harekâtının MHP'yi baraj altına düşürüp AK Parti'nin anayasayı tek başına yapacak güçte Meclis'e girmesini sağlamanın ötesine geçen anlamı olmalıdır. Gerçi AK Parti'yi tek başına anayasa yapacak güçle Meclis'e girmeye 'mecbur etme' hedefini de küçümsememek gerekir. Daha önceki yazılarımızda Başbakan Erdoğan'ın tek başına iktidar istemekle birlikte tek başına anayasa yapacak gücün eline tutuşturulmuş bomba anlamına geldiğinin farkında olduğunu yazmıştık ve çok geçmeden Erdoğan da 12 Haziran seçiminden tek başına anayasa yapacak güçle çıkamayacaklarının anlaşıldığını söylemişti. Başbakan Erdoğan'ın bağımsız bir tespitmiş gibi aktardığı bu bilgi, aslında onun temennisini yansıtıyordu ve tam da tahmin ettiğimiz gibi, yerel ve/ya uluslararası nedenlere dayalı saikle partisinin anayasayı tek başına yapacak güce erişmesini istemiyordu. Tıpkı 28 Şubat darbesini bertaraf etmeye çalışan merhum Erbakan'ın 1999 seçimlerinde AK Parti'nin 2002'deki oyunu alabilmesi imkan dahilindeyken düşük profilli bir seçim kampanyasıyla geri çekilmesi gibi. Erdoğan'ın, tek başına anayasayı değiştirecek güce erişmesiyle ortaya çıkacak devasa AK Parti grubunun nasıl kolay manipule edilebileceğine dair yazdıklarımız hatırlanacaktır. Erdoğan da bunu gördüğü için, bu ihtimali, 2011 Meclis grubunda o manipulasyonu yapabilecek yeteneği köreltmeye dönük liste düzenlemesiyle bertaraf etti. Fakat herşeye karşın MHP'nin baraj altına çekilip Meclis'e girmesini engellemeye dönük kapsamlı harekâtın bir amacı, AK Parti'nin tek başına anayasa yapacak güçle, bir diğer ifadeyle Erdoğan'ın elinde bombayla Meclis'e girmesini sağlamak olduğu bellidir.

MHP'ye yönelik “seks kasedi” harekâtının bir diğer amacı da MHP'nin Meclis dışında ama sokakta yeralmasını sağlayacak bir tasfiye planı gibi gözüküyor. Bu açıdan bakıldığında kaset tuzağının asıl hedefinin Bahçeli olduğu, Bahçeli'nin yakınındaki isimler kullanılarak gerçekte Bahçeli'nin Baykal gibi tasfiye edilmeye çalışıldığı anlaşılıyor. PKK/BDP'lilerin sokaklardaki bütün o katlanılmaz faaliyetlerine rağmen Ülkücüleri sokaktan uzak tutmayı başarmış Bahçeli'nin tasfiye edilmesi ve yerine şahin bir liderin getirilmesi, Türkiye açıklarına demirlemiş yeni sömürgeciliğin imdada yetişmesini gerektirecek boyutta bir büyük kargaşa volkanının harekete geçmesine yolaçabilir. Eğer Bahçeli'nin tasfiyesi ile hedeflenen, MHP'nin başına küresel sistemle uyumlu ve AK Parti'yi bölgesel müdahalelere zorlayacak yeni lider profilini ikame etmek değilse PKK/BDP'lilerin Suriye sokaklarına benzer sahneler yaratmasına yardımcı olacak sivil güçleri oyuna sokması kuvvetle muhtemel yeni liderin önünü açmaktır.

MHP lideri Bahçeli, MHP'ye yönelik harekâtta son kaledir. Operasyon son kale düşene kadar devam edecek gibi görünüyor. Bu resmen gerçekleşemese bile fiilen tahakkuk edebilir ve Bahçeli barajın altına düşmüş partisinde seçimden sonra ayakta kalmakta güçlük çekebilir. Zaten 12 Eylül 2010 referandumunda yaşanan iç tartışmalarla hayli yıpranmış bünye Meclis'in dışında kalmanın yıkıcı etkisiyle kendisini başka mecralarda ifade etmenin yollarını aramaya koyulabilir.

Muhafazakar kitlenin, bir yandan ahlakçı hassasiyetle MHP'deki ahlaki zaafiyete, öte yandan MHP'nin baraj altında kalarak AK Parti'nin anayasa yapacak güce erişmesi icabına ikna edilmesi gerçek emeli gizleyen büyük bir sütredir. Bir diğer ifadeyle, anayasa yapacak güce erişmiş AK Parti idealinin demokratikleşme için çok mühim olduğu, dolayısıyla MHP'nin başına getirilenin meşru görülmesi gerektiği fikri tam bir zokadır.

Türkiye'de muhafazakarların iktidarına batı başkentlerinde gösterilen tahammülün eşiği, Türkiye toplumunu batı tipi modernleşme yolunda sekülerleştirmesi ve AB(D)'nin bölgesel nâzım planına katılıp içeriden akıl yönlendirici olma işlevi süresincedir. İster AK Parti, ister başka bir parti olsun, herhangi bir iktidar bu role başkaldırdığında içeride ve dışarıda birbiri ardınca gelecek saldırılara hazırlıklı olmalıdır. Bugünleri gördüğümüze göre, bu satırların yazarının, İran'ın 1979'dan bu yana AB(D)'nin ardı arkası kesilmeyen operasyonlar, entrikalar, saldırılar, yaptırımlar, tehditler ve ambargoları karşısında nasıl ayakta kalabildiğini inceleme önerisinin ne kadar haklı ve yerinde olduğuna hak veriliyordur."


10 Mayıs 2011 Salı

Kenan Çamurcu

Daha fazlası için tıklayınız

Hiç yorum yok: