9 Eylül 2011 Cuma

Sadece Analiz

Neredeyse 2 aydır tek bir satır yazmadım ta ki düne kadar ve bir karar aldım kendimce, artık burada hayata dair birşeyler yazmayacağım, kendi gizli bahçelerim var artık. Söylenecek tüm sözleri orada kendi kendime söylemek daha iyi olur diye düşündüm.

Kısa bir analizle yeniden başlayalım isterim.

2006 lübnan savaşında aldığı ağır yenilgiden ders çıkaran ve yeni güvenlik hattını füze kalkanı v.b. araçlarla Türkiye üzerinden kuran ab(d)-israil, kapital sistemin tıkandığı bu günlerde döndürecekleri savaş çarklarıyla ekonomilerine can verirken, kimin olduğunu bilmediğimiz bu savaşta can verecek olan ne yazık ki yine anadolu halkıdır.

Kasr-ı Şirin antlaşmasından beri ilişkileri statik durumda olan Türkiye-İran'ın, kendi ilişkilerini başka merkezler üzerinden kurması, muhtemel suriye operasyonunda tarafını Batılı ortaklarından yana koyacak olan Türkiye'nin Şam'a, Halep'e, Hama'ya düşecek her bombanın Tahran'a ve dolayısıyla Ankara'ya düşeceğini görememesi, Güney sınırı tamamen abd kontrolünde olan bir ülkenin Tahran direk hedef olduğunda söyleyecek sözünün olmaması gerçeğini görememek bir dışişleri körlüğü değil, batı vesayet sistemini baştacı etmeye devam etmektir.

Tarihsel arka plana da bakarsak 1929'daki büyük buhranla dönemin şartları birebir uyuşmasa da benzerlikler göz önüne alındığında, batının 2.dünya savaşından aldığı dersle bu kez savaş alanı olarak mezopotamyayı seçmesi normal olsa gerek.

İmparatorluklardan ulus-devletlere, şimdi de ulus devletlerden şehir-site yapılanmalarına giden dünya düzeni, medeniyetler çatışması gibi tezlerle iyice küçültülen mikro yapılara dönüştürülürken, çatı olarak devletlerin değil, devasa uluslararası şirketlerin merhametine bırakılan milyonların var olacağı düşüncesi bile ürpertici. (Bakınız Somali gerçeği)

Bu yaşananlar Baas zulmüne de amerikan işgali de hayır diyebilecek bir vicdanlı gazete görememenin üzüntüsünü yaşarken, Somali için timsah gözyaşları döken bizlerin acıklı hayat hikayesidir.

Sizce de öyle değil mi?

Hiç yorum yok: