7 Ekim 2011 Cuma

Kalbin Ayak Sesleri


/ilk ritim/ -A-
Ruhunun üst köşesine kuruldu adım ilkin, göğüs çeperinin sol cenahına çöreklendim. Bir pıhtı kandı suretim, et oldum günler sonra iç evinin kapı eşiğine. Umut oldum ses tellerime yüklenen ritimle, ruhunun dibacesine… Sen oldum ilkin, bir pıhtı kandım ey beşer, sol cenahına sürüklendiğim günden beri cesetinin gölgesine talibim! Göğüs kemiklerin yaratıldı beni korusunlar diye, kara lekeler düşürdüğün ciğerlerin hep benim hürmetime… Bense ruhunun hürmetine, “ol” emrine uymuş bir kan pıhtısı sadece… Ruhunun ete bürünmüş hali belki de…
Suretimi mi görmek istersin, sık yumruğunu, aç gözlerini ve gör beni. Hepi topu hayata sıkılmış bir yumruk kadarım işte, öfkenin demlenmiş hali, sevginin yorulmuş adıyım… Hepsini zatıma yüklerler amma ben aslında aklı kendine yetmeyen kör bir çocuğum…
Ol emrine tabii olduğum günden beri, kanar dururum adından gayrisini bilemediğim suretine. Ben sen olmuşken, senin ben olmayışına mersiyeler eskitirim gün be gün. Sağım ve solum, içine çektiğin ve adına nefes dediğin suretin ritimlerini çalarken, ben her atışımda adını sayıklarım.
İlk ritmimle doğumunu müjdelerim seni bekleyen nurdan gözlere, dünya sürgününe vesile olur suretim. Ben olmazsam sen olmazsın ey beşer, durduğum gün adın silinir sürgün ülkesinden! Kimi vakit koca bir kara delik açarım içinde, endişeli gözlerin gözyaşı deminde, büyümekle kapanacak bir yama niyetine dikilir hücrelerim içinin suretinde! Büyürsün, küçülür deliğim. İçinden kan bile sızmayacak bir hal alır senliğim. Yorulursun, sıfat niyetine bir ad takılan suretinle sürüklenir durursun iç ceplerimin içinde. Başını okşar kalbi kalbinden büyük bir beşer. Büyüme çocuk! Der. Büyüme ve görme, kalbinin kararmış yazgısını, aydınlanmış yeniçağların ismine düşen payitahtını… Görmeliydin belki, bunun için atıp durmayacak mıydım sol yanında ben senin, nefesin suretime can olmayacak mıydı hep bu görülesi düşler için? Berzah âleminde bunca cevapsız sorunun diyetini bir evet’le ödememiş miydin sahi? Henüz yaratılmayan dilinle doğrulamamış mıydın dilimle ikrar ettiğin sözcükleri? Çabuk unutuyor insan değil mi? Unuttuklarını anımsatayım diye “kün” denildi suretime, unuttuklarını aklına yollama emri, sol yanında ki saltanatımın bedeli!
Şimdi bir ayn gölgesinde ruhumu şifalama vakti belki, suretimin kıraatini sana bıraktım ey beşer! Ayak seslerimden bil ve tanı diye beni, soluna düşen ayn’ın gölgesinde düş uykusuna daldım. İçinin coğrafyasını adımlamam için derin bir nefes al şimdi.
/İkinci Ritim/ -Ş-
Aldığın nefesten doğruldum ilkin, nemlenen gözlerinin, hüzne batmış sesinin ve boğazına düğümlenen cümle harflerin sebebi olmaya meyilli adım. Zaten içindeki her sancının müsebbibi suret-i divanım. Unuttuğun sözlerin karşına geçtiğinde, başını eğip bakma hiç senliğime. Unutan hep sen, hatırlatan hep bendim! Ayak seslerimi hiç takip etmedin, aklının dikine gitmek hoşuna gidiyordu ey dünyalık sahibim! Kölelik divanına vardığında aklın diz çöktü sol cenahına hep, sen olmadan ben var olmam dedi, varlığım senin hürmetine. Bense senin kulluk borcuna bir gözcü olarak kondum sol yanına. Tekledim zaman zaman Şın ırmağının billur suyunda. Tabipler el vurdu yarama, ayak seslerim önemliydi, bilirdim. Ritimsel bir devinimle dünya sürgününe eşlik edecekti tik tak ritmindeki adımlarım, ben teklersem sen yıkılırdın.
Aklı suretime yenik düşmeyen bir yiğit hiç tanımadım. Kendi teninin huşusuna kapılmayan bir güzel de. Her yaratılan cismani varlığa biraz suretim, biraz adım sinmişti nedense? Beşer olanın sol yanı iç savaşlara yenik düşülmeyecek bir cephe sanıldı, saltanatım iç savaşların sallantısına dayandı da, düş bozgunlarından yenik çıktım. Üzüldüm. Yenildim. Kalp ağrısı dediler adıma. Sancımın adını dillendiremesem de, ah olup dolandım dünyalık sahibimin söz makamına. İkinci ritmim büyütüyordu beşeri, Yaradan’ına tabii olmakla yaratılana köle olmak arası seçimler yapacaktı aklıyla. Beni hesaba katmasa da kurulan düşlere çelme takacağım yerler vardı elbet. İstila edeceğim fikir harpleri sonra. Aklın durduramazdı beni. Aklı suretime yenik düşmeyen bir beşer düşlemedim ben, hesap etmedim karşıma sağlı sollu bir lopun geçeceğini hiç!
Şın ırmağından geçerken, mecazi tüm gerçeklerini suya bıraktım ben. Kızdın belki. İnsan olanın fıtratı öfkeye ayarlı bir saat gibiydi. Aklının yetemediklerine yettiğim vakit sıkıştırdın hep beni. Kalp ağrısı oldum, baş ağrın gibi! Acıya meyilli olsa da mizacım, ağrılı bir yaşamı yeğledim sol cenahında, sarsılsa da tahtım tik tak atarken, acımak yerine ağrımayı seçtim kendime yetmeyen aklımla! Yanıldım, anlık bir acıya boyun eğmektense ömürlük bir ağrıya diş biledim günler boyu. Yanıldım! Acımanın ağrımaktan daha eftal olduğunu çok geç anladım.
Akıl aklı terk ettiğinde ben girerim hep devreye, aklı bana esir düşmüş bir beşeri eli boş göndermedim kapımdan hiçbir yere. Başını eğsin yeter ki benden tarafa, görsün içinde kendinden öte bir ben olduğunu, aklından öte bir sen olduğunu. Konargöçer bir misafirlikte olduğunu anlasın diye sıkışırım sol yanında zaman zaman. Ama aklı aklını terk eyleyen bir beşerin kalbi aklında durur! Duran bir varlığa göz süzmek içime aldığım nicesini unutturur.
Suretimin çeperlerine değen bir Şın damlası, aklının yerinden oynaması ve secde edecek bir girizgâh araması… Sağımdaki ve solumdaki melekler şahittir içime konan her hükme, günahında kabulüm sevabında… Duam odur ki ey beşer, solumdaki yazılanların sağımdaki mizanı geçmesin, solumda ki her harf Şın ırmağının yatağında erisin!
Üçüncü Ritim/-K-
Bir dağ başı yalnızlığı çekiyorum, içindeki rüzgârın uğultusu solunu sarsıyor. Bilmiyorsun. Bilmemeyi yeğliyorsun belki de. Anlamanın en yetkin halini aklınla kavrayacağını
sanıyorsun. Bilmez misin ki benim yoldaş olmadığım bir akıl içi kof bir yemişten ibarettir. Bilmez misin ki yaratılmışlığım boşuna hiç değildir.
Sükûn almaya gelirsin içime, aklın kendine yetmediğinde eğersin başını bendime! Susar dilin, tükenir aklınca kurduğun cümlelerin. İşte o vakit sahne benim! Suretime ol diyenden gayrı derdim yokken, bir ortak sunarsın içime, adına aşk denilen. Başı aklıyla derde düşmüş bir beşer, kalbiyle de dertleşmeliydi öyle ya, içine aşk diye kendinden bir suret nakşetmeliydi. Kaf dağının ardından gelen bir güzel yahut atının eğerine kalbini koymuş bir yiğidi misafir etmeliydim iç odalarımın en güzel kokan yerlerinde. İçime giren çıkmamalıydı hâlbuki… Aklının kıtlığıyla misk-i amber kokan iç odalarımı yolgeçen hanına çevirdin bir vakit! Yandın ve yanıldın. Hep aşkı aradın.
Yaratılış hamurumun mayasına katılmıştı aşk bilirdim. Beni bir pıhtı kandan yaratan ve soluna koyan aşkından da üflemişti suretime. Bilemedin, Kaf dağının ardındaki cevherin peşinde ütopik hülyalarla gezindin. Başını eğip bana bakmak gelmedi belki hiç aklına. Suretimi katık etmediğin aklın, yavan bir ekmek niyetineydi başının üzerinde. Kütlesi hacmiyle orantılı, sıradan bir uzuv olma vasfını taşıyordu bensizken sadece!
Seni sevdim ey dünyalık sahibim! Aşkı kendinde aradığın günden beri çok sevdim seni. Seni aşka götürecek beşerler koydukça içime daha çok sevdim. Beni aklına, aklını bana sürdükçe aşkta kıyama durdum ömrümce suretine. Kaf dağını göremese de dünyalık gözlerin, cennet-i âlâ’da Ayn gölgesinin düştüğü Şın ırmağının kenarında, Kaf dağının ardında içimde tutulan amel defterinle seni beklemekteyim.
Aklın suretimi bulmaya yetmese de, ritmik ayak seslerimi izle; ben aşkın yaratıldığı yerdeyim.
Gülnaz Eliaçık
Ocak-2011
Mâi Dergisi-Sayı/8

Hiç yorum yok: