8 Aralık 2011 Perşembe

‘İslamcı Mahalle’nin İktidar Aşkı


Bugün muhafazakâr iktidara destek veren “mahalleli” gömlek değiştirmiştir. İddialarından vazgeçmiş, servet ve iktidardan yana tavır almıştır. Artık İslamcı STK’lar (vakıflar-dernekler, platformlar vs) iktidarın yan kuruluşları olarak faaliyet yürütüyorlar. “İslamcı Aydınlar” ise iktidarın sözcüsü olarak yazıp çiziyor, muhafazakâr iktidarın ve “yeni zengin sınıf”ın gönüllü sözcülüğünü yapıyorlar.


‘İslamcı Mahalle’nin İktidar Aşkı

Kendilerini Tevhid Akidesi’ne nispet eden “Müslümanlar”ın kahir ekseriyetinin, Kemalizm ve sistem karşıtlığı adına (maslahat gereği) tercihlerini AK Parti’den yana kullanmaları, Türkiye’de İslamcılığın hem teorik hem de pratik açıdan bittiğinin resmidir.

Kasım 2002 seçimlerine kadar saflar gayet netti, DSP-MHP ve ANAP’tan oluşan Koalisyon Hükümeti Ecevit’in Başbakanlığı’nda zulüm içeren klasik icraatlarla ülkeyi yönetirken, İslamcılar iyi ya da kötü, fazla ya da eksik kendi düşünce ve dünya görüşlerine uygun bir biçimde “özgün” çalışmalarını yürütüyorlardı. Ancak Koalisyon Hükümeti’nin Irak Operasyonu için ABD’ye yeşil ışık yakmaması nedeniyle tasfiye edilmesi ortamı bir anda tersyüz etti. AK Parti’nin iş başına gelmesiyle birlikte “özgürlükçü(!)” söylemlerin büyüsüne kapılan İslamcılar tam anlamıyla bir değişim-dönüşüm süreci yaşadılar. İlkin düşüncede yaşanan bu köklü değişim neticesinde AK Parti’nin birden bire mevcut sistemin karşısında tek güç olarak algılanması, o tarihe kadar zaten kendi gündemlerini belirleyemeyen İslamcıların tamamen sistemin gündemine entegre olmalarıyla sonuçlandı. Özellikle Ergenekon Davası, hukukun üstünlüğü, insan hakları, sivil toplum ve sivil anayasa gibi konularla gündemin rotası yüz seksen derece değişirken, AK Parti’nin 22 Temmuz 2007 genel seçimlerinden % 47, 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu’ndan % 57,9 ve 12 Haziran 2011 genel seçimlerinden % 50 oy oranıyla çıkması, İslamcıların zafer çığlıkları atmalarına ve “mülkün yeni sahipleri” ile işbirliği yapmalarına yol açtı.

Bu süreçte sayıları az da olsa mevcut tartışmalara taraf olmaktan ısrarla kaçınarak sabitelerinden taviz vermeyen diğer Müslümanları “marjinal” oldukları gerekçesiyle bir kenara itip liberal kesimle işbirliği yapmayı tercih eden söz konusu unsurların, yayın organlarında alenen AK Parti propagandası yapmaları, AK Parti’nin tercüme faaliyetleriyle başlayan İslamî Uyanış sürecinin meyvelerini toplayarak durumu kendi lehine çevirmeyi başardığını açıkça koymuş oldu. Sistem karşısında gerçek anlamda İslamî bir hareket ortaya koyamayan ikinci ve üçüncü nesil İslamcılar, AK Parti’ye destek vererek 35-40 senedir süre gelen mücadelenin kazanımlarını kendi elleriyle heba etmeyi başardılar. Bu bakımdan “AK Parti bu sürece olan katkılarından dolayı tüm İslamcı STK’lara ve kanaat önderlerine teşekkür etmelidir” dersek yanlış yapmış olmayız. Zira söz konusu kuruluşlar ve kişiler Müslümanların gündemini AK Parti lehine çevirebilmek için oldukça üstün bir performans ortaya koydular.

Bugün itibariyle büyük resme baktığımızda iki kesimin mücadelesine tanıklık ediyoruz: AK Parti ve Laik(çi)ler, AK Parti ve Kemalizm, AK Parti ve Ergenekon. Bu bağlamda AK Parti toplumu ayrıştırarak safları kendi adına netleştirmeyi başardı. Artık İslamcı STK’lar (vakıflar-dernekler, platformlar vs) iktidarın yan kuruluşları olarak faaliyet yürütüyorlar. “İslamcı Aydınlar” ise iktidarın sözcüsü olarak yazıp çiziyor, muhafazakâr iktidarın ve “yeni zengin sınıf”ın gönüllü sözcülüğünü yapıyorlar.

Bu noktada bir tespit olarak şunu söylemek gerekir ki, İslamcıların neredeyse hiçbir sabitesi, hiçbir kırmızı çizgisi kalmadı. Olmazsa olmazlar ortadan kalktı ve böylece “Tevhid, Adalet, Özgürlük” sloganlarının içi boş olduğu fiilen görülmüş oldu. Muhafazakâr iktidar ve onun eliyle oluşturulan “yeni zengin sınıf”a yamanmakta hiçbir beis görmeyen İslamcılar ipin ucunu iyice kaçırdılar. “Mahalleli” servet ve iktidarın sahte cazibesine öyle kapılmış durumda ki, açlar, yoksullar, işsizler, asgari ücrete talim edenler, kısacası toplumun mahrum kesimleri hiç kimsenin umurunda değil. Geçmişte radikallikleri ve marjinallikleriyle övünenler bugün “mülkün yeni sahipleri” ile aynı safta yer alıyor, adaletsizlik karşısında sessiz kalıyor ve daha önce sövüp saydıkları sistemin nimetlerinden dibine kadar yararlanmanın keyfini çıkarıyorlar. Geride kalan on bir yılın sonunda İslamcıların sistemin değişmesi için değil, el değiştirmesi için mücadele ettikleri ve bugüne kadar “Tevhid, Adalet, Özgürlük” mücadelesi değil, sınıf atlama mücadelesi verdikleri ortaya çıkmış oldu. Zihinlerini Yeşil Kuşak Projesi’nin şekillendirdiği ikinci ve üçüncü nesil İslamcılardan başka bir şey de beklenemezdi zaten. Hiç şüphesiz hâl-i hazırdaki tablo, servet ve iktidar odaklı bir din anlayışına sahip olmanın kaçınılmaz sonucu olarak karşımızda duruyor.

Bugün İslam adına iktidar edenler ve onlara yardakçılık yapan “kanaat önderleri”, mahrum ve mahkûm sınıfa umut vermek ve toplumun sorunlarına çözüm üretmek yerine kitlelere asıl anlamından koparılmış bir “tevekkül” aşılıyorlar. Bu ise, Müslümanları sadece kendilerinden farklı olana tepki veren bir hâlet-i ruhiye içine sokarken, kendi sorunları karşısında çözümsüz ve kendinden olan muktedire karşı boyun eğici kılıyor. “Mahalleli” fiilen şunu söylüyor: Yaşasın benim zalimim!

Daha da vahim olanı “mahalleli” manevî-ahlakî ilkeler temelinde şekillenen bir yaşam biçimi, adalet temelli bir siyasî, iktisadî ve sosyal yapı öngören eşitlikçi ve özgürlükçü İslam inancı ve düşüncesinden koparıldığının farkında değil. “İzm”lere ateş püsküren “mahalleli” adı konulmuş-konulmamış onlarcası ortalıkta gezinen “-cılık”lara itiraz etmiyor. Dün “kıyam”dan dem vuran “mahalleli” bugün “kıyak” peşinde koşuyor. Ahlaksız siyaset, ahlaksız ideoloji, ahlaksız ekonomi… Nerede? Siyasete, ideolojiye ve ekonomiye tapınan “mahalleli”nin zihninde! Oysa Medine-i Fazıla ahlaka dayalı bir modeldir. Bu modelde insanı ahlakî davranmaya iten tek zorlayıcı unsur Allah’tır ve O da elle tutulmaz, gözle görülmez. Ancak ne çare ki, “mahalleli” bunları duymak istemiyor ve muhalif hiçbir söze kulak vermek istemiyor. Muhalefet edene “vebalı” gözüyle bakıyor. Ne diyelim, iktidara yamanmanın dayanılmaz hafifliği!

Açlıktan ve soğuktan bebeklerin öldüğü, sermayenin emeği sömürdüğü, Başbakan’ın “Artık 25 kuruşa simit yok” dediği, polisin üniversitelerde kamp kurduğu, 12 Eylül’ü aratmayacak sayıda tutuklama vakasının yaşandığı, insanların kitap yazdıkları için hapse atıldıkları, Hükümet’in Füze Kalkanı Antlaşması’nın altına imza attığı bir ülkede yaşıyoruz. İktidar neredeyse bütün medyayı ele geçirmiş durumda. Medya cümbür cemaat iktidarın borusunu öttürüyor. Lakin iktidarın sözcülüğüne soyunan “mahalleli”, sosyal medyada gerçekleştirilen muhalefete dahi tahammül edemiyor.

Muaviye siyaseti güden muhafazakâr iktidar, önce sözlü tehditle, o tutmazsa parayla, o da tutmazsa içeri tıkarak iş görüyor, “mahalleli” de buna çanak tutuyor. Başbakan Mısır’da laiklik satıyor, “mahalleli” al gülüm-ver gülüm kabilinden bir-iki kelâm etmekle yetiniyor. Füze Kalkanı’na karşı dostlar alış-verişte görsün kabilinden küçük bir bildiri hazırlayan İslamcı STK’ların temsilcileri, bildiriyi alelacele okuduktan sonra tek söz dahi etmeden dağılıyorlar. Başbakan Dersim Katliamı için özür diliyor, “mahalleli” de “Cumhuriyet tarihiyle yüzleşilmeli” diyor -ki, her ikisi de doğru yaklaşımlardır-, ancak hiç kimse kendi geçmişi ve tarihiyle yüzleşmek istemiyor. Görünürde İsrail’le didişen iktidar, dış politikada ABD’nin düdüğünü çalıyor, “mahalleli” de ona destek veriyor. “Derin siyasî analizler” yapılıyor:“Efendim, Başbakan mevcut statükoyu aşmak için bazen çatışıyor, bazen uzlaşıyor, bazen de erteliyor.” Hakikaten ya hu, bak biz bunu hiç düşün(e)memiştik(!) “Şekil a”da da görüldüğü gibi, muhafazakâr iktidarın tehlikeli sularda yüzdürdüğü kayığın küreklerini “mahalleli” çekiyor.

Bütün bunlara karşın iktidara yamanarak kendilerini tasfiye eden İslamcıların geleceği tam anlamıyla karanlık. Sistemin bütünüyle el değiştirmesinden bir müddet sonra -ki, süreç tamamlanmadı, hâl-i hazırda devam ediyor- muhtemelen İslamcılar tekrar muhalif duruma düşecekler. Zira laiklik, diyanet, eğitim sistemi vb belli başlı konularda İslamcılarla muhafazakâr iktidarın bakış açısı birbirine taban tabana zıt. Yeni muktedirlerin yeni muhaliflerine karşı müsamahakâr olmayacakları aşikâr. Bu bakımdan iktidara yamanan İslamcılar, sistem bütünüyle el değiştirdikten sonra gerçekleştirecekleri ilk ciddi muhalefetle birlikte boylarının ölçüsünü alacaklar ve “mahalleli” bir sabah kendi felaketine uyanacak!

Elhâsıl bugün AK Parti’ye destek veren “mahalleli” gömlek değiştirmiştir. İddialarından vazgeçmiş, servet ve iktidardan yana tavır almıştır. Geriye türlerinin son örneği diyebileceğimiz, “marjinal(!)” bir avuç saf-temiz Muvahhid kaldı. Bizim işimiz de onlarla zaten.

Son olarak bir noktanın altını kalın çizgilerle çizmekte yarar var. Hiç kimse bizi sınıflayamaz, denetimi altına alamaz ve kendine ram edemez. İşte bu nedenle huzursuz edici ve korku vericiyiz. Zira muhalif kimlik ve eleştirel bakış gerek iktidarlar ve gerekse iktidarlara yamananlar için her zaman korkutucudur. Bugüne kadar hep muktedirlerin karşısında olduk, bundan sonra da karşısında olacağız. Sayı-nüfus, araç-gereç hesabıyla işimiz yok, sözümüzü sonuna kadar söyleyeceğiz. Ta ki, yolun sonu Medrese-i Yusufiyye’ye, Rebeze’ye ya da toprağın altına çıkıncaya kadar.

“İslamcı mahalle”nin iktidar aşkına gelince: Yamanmak ve yaranmaya çalışmak hiçbir işe yaramaz; dik durmak ve doğruya “doğru”, yanlışa “yanlış” demek gerekir. Kaleminiz Hak’tan yana değilse kıracaksınız, Allah için söz söylemiyorsanız susacaksınız, pragmatizm karakteriniz haline gelmişse ortadan yok olacaksınız, Hakikat’i maslahata kurban ediyorsanız sahneden çekileceksiniz. Ya da servet ve iktidar sahiplerinin masasında değil 25 kuruşluk, 3 kuruşluk meze olacaksınız!

Umutla ve devrimle…

A.F.Ergun
http://atillafikriergun.wordpress.com/

Hiç yorum yok: