3 Eylül 2008 Çarşamba

İnovasyon

“İnovasyon yeni veya önemli ölçüde değiştirilmiş ürün (mal veya hizmet) veya sürecin; yeni bir pazarlama yönteminin; ya da iş uygulamalarında, iş organizasyonunda veya iş ilişkilerinde yeni bir organizasyonel yöntemin uygulamasıdır “ ( Oslo kılavuzu/OECD, AB–2005 )

İnovasyon, yeni fikirlerin ticari bir yarara dönüştürülmesi sürecidir. Yani yaratıcılığın, ticari ustalıkla birleştirilmesidir. İnovasyon geleceği yaratmakla ve sürdürülebilir kârlı büyüme sağlamakla ilgilidir.

Dünyada İnovasyon çok önemli hale geldi. Çünkü rekabet çok büyük ve yapacak başka bir şey kalmadı. Şimdiye kadar nelerle rekabet edildi:

· Fiyat: Rekabet edemiyoruz. Çünkü Çin her türlü pazara hâkim oldu.
· Kalite: Rekabet edemiyoruz. Çünkü standart hale geldi.
· Teknoloji: Rekabet edemiyoruz. Çünkü artık tek başına teknoloji bir farklılık yaratmıyor.

Bundan sonra ise rekabette artık tek bir unsur önem kazandı: FARKLILIK YARATMAK.

Farklılık yaratan ve bunu tüketiciye değer kazandırmak ile sonlandıran firmalar kazanacaklar.
Yani FARKLILIK + DEĞER YARATMA = İNOVASYON denklemi var artık.

İnovasyonla Başarıyı Yakalayan Türkler



-Ufocu işadamı olarak bilinen Denizlili Funika Holding’in patronu Osman Nuri Sözkesen, tekstil sektörünün içinde bulunduğu zor durumu aşmak için farklı projeler geliştiren önemli bir girişimci. Örnek vermek gerekirse, hava şartlarına göre vücut ısısını koruyan kumaştan uzay pijamasına, dünyanın en serin kumaşından çift kişilik bornoza kadar ne ararsanız, onun icatları arasında.








-Kurukahveci Mehmet Efendi ise tam anlamıyla inovatif düşüncesine örnek gösterilecek bir yapıda herkesten farklı olarak kahveyi öğüterek satması onu diğer satıcılardan farklı kılıyor.




-İlk defa Türk insanının vücut yapısına göre blue jeans tasarlayarak farklılığını ortaya koyan Mavi aynı uygulamayı diğer pazarlarda da gerçekleştirerek “perfect fit” kavramını yarattı.



-İşte bize ait bir inovasyon daha… Özellikle İstanbul’un simgesi olan dolmuşlar nasıl trafikte boy göstermişti? Tarih sayfalarını karıştırdığımızda dolmuş fikrinin 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’nın bir sonucu olarak ortaya çıktığını görüyoruz. Şöyle ki 1929 ekonomik krizi patladığında tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kepenkler bir bir kapanıyor, bütün esnaf gibi taksicilerde kara kara düşünüyordu. Cağaloğlu’nda lokanta işleten Aşçı Halit ise turistlerle ahbaplık kurdukça taksiciliğe de başlamıştı bu sıralarda. Fakat kriz döneminde kontak açmadan evinin yolunu tutuyordu. Daimi müşterisi Musevi bir işadamı işlerin bozulduğunu ve artık taksiye binemeyeceğini söyleyince Aşçı Halit, aynı yöne giden dört müşteriye saatin yazdığı ücreti paylaştırmayı önerdi. Bu önerinin kabul edilmesiyle Nişantaşı – Eminönü dolmuş seferleri de başlamış oldu. Üstelik Aşçı Halit günlük servisini yaptıktan sonra boş yatmak yerine, Karaköy İskelesi’nin önüne gelip “5 kuruşa Taksim” diye bağırarak müşteri avına çıkıyordu. Aşçı Halit, Türkiye’de dolmuşçuluğun resmi başlangıcına imza atmıştı. Onu diğer şoförler ve hatlar arasında gidip gelen yüzlerce dolmuş izledi. Basit ama yenilikçi ve parlak bir fikir… Dolmuş doğdu, dolmuşlar doldu.

(Şafak Altun, İnovasyonla Başarıyı Yakalayan Türkler, Mediacat Kitapları, Şubat 2008

Tolunay Şahin – Haziran 2007 )

Hiç yorum yok: