27 Ağustos 2013 Salı
Bir derviş olsabilseydim, ömrümü O'na kul edecek bir adam olabilseydim, dünyanın belası bulaşmazdı bu kadar üstüme. Şimdi her şeyi kapatıp, kitaplara gömülmek ve dünyadan elimi eteğimi çekmek istiyorum. İçtiğim içkiler, sigaralar, dost meclisleri yaraya çare olmuyor. Bana Allah'ı anlatacak, bana aşkla Allah'ı anlatacak bir gönül lazım. Secdelere varmalıyım. Gönlümün kanıyla boyanmalı yeryüzü. İçimin pisliğini temizlemeliyim. Ama nasıl nasıl ve neden kimse el uzatacak kadar bilmiyor Allah'ı? Tanrı evlerimizden kalplerimizden neden bu kadar uzakta?
12 Ağustos 2012 Pazar
8 Ağustos 2012 Çarşamba
Sabırsızsın..
Oysa bütün mahlukat sabrın ipliğiyle bağlıdır birbirine. Dünya sabırla döner.
Çünkü güneşin de ayın da zamana ihtiyacı vardır. Sabırlı ol.
Büyük sırlara ermek için sabır denizinde yüzmeyi öğrenmen lazım.
...
Oysa bütün mahlukat sabrın ipliğiyle bağlıdır birbirine. Dünya sabırla döner.
Çünkü güneşin de ayın da zamana ihtiyacı vardır. Sabırlı ol.
Büyük sırlara ermek için sabır denizinde yüzmeyi öğrenmen lazım.
...
Çünkü sırlar sabır denizinin dibinde saklıdır.
Uyum güzelliktir. Uyum suyun özelliğidir. Su sabrın simgesi istiridyenin yurdudur.
Su olmasaydı inci de olmazdı. Sabırlı ol ki istiridye gibi inciler yapasın.
Sözler hakikat değildir ağzımdan çıkan seslerdir. Hakikati öğrenmek için söze değil yaşamaya ihtiyaç vardır.
| Şems-i Tebrizi |
Uyum güzelliktir. Uyum suyun özelliğidir. Su sabrın simgesi istiridyenin yurdudur.
Su olmasaydı inci de olmazdı. Sabırlı ol ki istiridye gibi inciler yapasın.
Sözler hakikat değildir ağzımdan çıkan seslerdir. Hakikati öğrenmek için söze değil yaşamaya ihtiyaç vardır.
| Şems-i Tebrizi |
30 Mayıs 2012 Çarşamba
Olmasaydı Sonumuz Böyle
28 Aralık 2011 günü Hava Kuvvetlerimizin yanlış istihbarata dayanarak Uludere'de bir faciaya imza atmasının üzerinden 5 aydan fazla bir süre geçti. 5 ayda soruşturmayla ilgili olarak kağnı hızıyla dahi yol kat edemeyen post-kemalist iktidar Uludere'yi unutmak, unutturmak, yok saymak için olağanüstü bir çaba gösterdi.
Kafasını kuma gömerek teröristi çoban, çobanı terörist gören askeri aklamanın fırsatını kolladı. Mahallenin kontrolünü ele geçiren iyi çocuklar hata yapmaz, bir hata yapılsa da örtbas edilir, medyaya sansür uygulanır, söylenen her yeni veciz sözle -her kürtaj bir uluderedir gibi- yeni bir tartışma başlatılırdı nasılsa.
Ama öyle olmadı.
Uludere faciasının hemen ertesinde paylaşılan istihbaratın aslından hava destekli nokta operasyonları durdurmak, örgütün sahada aldığı darbenin psikolojik ve fiziki tesirini azaltmak, örgüte toparlanacağı bir zaman kazandırmak amacı taşıdığını anlamak için MİT'in hedef gösterilmesi yeterli bir karine olmuştu aslında. Başbakanın kurduğu ekiple teröristle mücadele, terörle müzakere sürecindeki etkin politikası bazı çevreleri rahatsız etmiş, giderek mutlaklaşan iktidarı özellikle de Kürt halkı nezdinden açığa düşürmek için iyi organize bir plandı. Örgütün üst düzey yöneticilerinin grup içerisinde yer aldığına dair alınan istihbarata duyulan güvenle verilen ani karar, 34 sivilin ölümüyle sonuçlanmakla kalmamış, operasyonlar hız kesmiş, iktidar prestij kaybına uğramış, başbakanın siyasi manevra alanı daralmıştı. Mit başkanının kck operasyonlarından dolayı ifadeye çağrılmasıyla iyice aleni hale gelen iktidar-cemaat sürtüşmesini, uludere'de ilk andan itibaren mit'in hedefe konmasıyla yine başbakana zımnen cemaatin desteklediği başka odaklarca bir mesaj taşıdığını anlamamız için yetti de arttı bile. Hedef apaçık Başbakan'dı artık.
Başbakan mesajı almış, Uludere'nin sabahına uyandığımızda medya susmuş/susturulmuş, hükümet kanadı belki ölenlerin içlerinde üst düzey örgüt mensubu çıkar düşüncesiyle vicdansızca beklemeye devam etmiş ve nihayetinde uludere'de hiç haketmedikleri bir hak bdp'ye adeta hükümet tarafından altın tepside sunulmuştu. Pkk bayrakları tabutların üzerine örtülmüş, devletin kaymakamı kışkırtılan bir grup tarafından linç edilmiş, cumhuriyet tarihinde bir kez daha devletin varlığı 90'ların başında olduğu gibi fiilen bölgeden silinmişti.
Hükümet, Fehman Hüseyin'in ölüsü üzerinden masumların katlini meşrulaştırmanın yolunu gözlerken, devlet zaafa uğratılmıştı. Pire için yorgan yakmak artık hukuk devletinin karinesi olmuş, örgüt mensubu olmadıkları anlaşılan kişilerin ölümü zaten kaçakçılardı diyerek meşrulaştırılmaya çalışılmıştı.
Oysa olayın ertesi sabahında Başbakan bölgeye gitseydi, ekranlardan yarım ağızla özür dilemek yerine o insanların gözlerinin içine bakıp, samimiyetle yanınızdayım, ilgililerden hesabını soracağız deseydi, cenazelere katılıp aynı safta omuz omuza halkının yanında dursaydı, aynen annesinin cenazesinde yaptığı bütün içtenliğiyle Kuran-ı Kerim okusaydı bütün planları tersine çevirmekle kalmayacak, bölgedeki ağırlığını ve etkinliğini arttıracaktı.
Erdoğan'ın öngörülemezliğinden bahseden siyasi analizlerin aksine planı kurgulayanlar, Erdoğan'ın tüm adımlarını adeta planlarcasına tahmin ederek Kürt meselesinde tarihi bir kırılma daha yarattılar.
Asıl sorulması gereken soruyu hep gözden kaçırdık bugüne kadar ama sormamız lazım. Erdoğan'ı bu kadar iyi analiz edenler gerçekten Erdoğan'dan rahatsız olanlar mı yoksa mutlak iktidarın yarattığı bir körleşmeyle Başbakan bizzat yakın çevresi tarafından adım adım tasfiyeye doğru mu götürülüyor yeni bir dolmabahçe mutabakatıyla ?
Son dönemdeki olayları analiz ettiğimde Başbakanın, rahmetli Menderes'in düştüğü hatalara düştüğünü görüyor ve buradan kendisine hiç oy vermemiş bir insan olarak samimiyetle sesleniyorum :
İnsanı özgürleştirmeden devleti dönüştüremezsiniz. İktidarınız ne kadar mutlak olursa olsun, -isterseniz başkanlık sistemiyle 8 yıl daha yönetin bu ülkeyi- insanın fikren yok sayıldığı, kendiniz gibi düşünmeyenlerin ötekileştirildiği, kitlelerin hassasiyetleri üzerinden kamplaştırıldığı bir ülkenin hiç kimseye faydası olmaz. Ali Akel'den Nuray Mert'e, Ece Temelkuran'dan Bekir Coşkun'a kadar herkese tahammül gösterilip fikirlerin özgürce tartışıldığı bir Türkiye'de emin olun en başta siz rahat edeceksiniz. Öldürüp tazminat vermekle temize çekildiğini, huzura erdiğini düşündüğünüz vicdanlar ancak insanlığın öldürüldüğü coğrafyalarda soluklanabilir. Burası ilk kanın döküldüğü Mezopotamya olsa bile, biz ölerek özgürleşen değil konuşarak çözüme ulaşan bir aklın çizgisinde yol almaya devam edeceğiz. Çok geç olmadan 3 kasım 2002'deki çizgiye çekilmenizi temenni ediyor ve samimiyetinize inanarak size bir Ahmet Kaya şarkısı yolluyorum.
Kafasını kuma gömerek teröristi çoban, çobanı terörist gören askeri aklamanın fırsatını kolladı. Mahallenin kontrolünü ele geçiren iyi çocuklar hata yapmaz, bir hata yapılsa da örtbas edilir, medyaya sansür uygulanır, söylenen her yeni veciz sözle -her kürtaj bir uluderedir gibi- yeni bir tartışma başlatılırdı nasılsa.
Ama öyle olmadı.
Uludere faciasının hemen ertesinde paylaşılan istihbaratın aslından hava destekli nokta operasyonları durdurmak, örgütün sahada aldığı darbenin psikolojik ve fiziki tesirini azaltmak, örgüte toparlanacağı bir zaman kazandırmak amacı taşıdığını anlamak için MİT'in hedef gösterilmesi yeterli bir karine olmuştu aslında. Başbakanın kurduğu ekiple teröristle mücadele, terörle müzakere sürecindeki etkin politikası bazı çevreleri rahatsız etmiş, giderek mutlaklaşan iktidarı özellikle de Kürt halkı nezdinden açığa düşürmek için iyi organize bir plandı. Örgütün üst düzey yöneticilerinin grup içerisinde yer aldığına dair alınan istihbarata duyulan güvenle verilen ani karar, 34 sivilin ölümüyle sonuçlanmakla kalmamış, operasyonlar hız kesmiş, iktidar prestij kaybına uğramış, başbakanın siyasi manevra alanı daralmıştı. Mit başkanının kck operasyonlarından dolayı ifadeye çağrılmasıyla iyice aleni hale gelen iktidar-cemaat sürtüşmesini, uludere'de ilk andan itibaren mit'in hedefe konmasıyla yine başbakana zımnen cemaatin desteklediği başka odaklarca bir mesaj taşıdığını anlamamız için yetti de arttı bile. Hedef apaçık Başbakan'dı artık.
Başbakan mesajı almış, Uludere'nin sabahına uyandığımızda medya susmuş/susturulmuş, hükümet kanadı belki ölenlerin içlerinde üst düzey örgüt mensubu çıkar düşüncesiyle vicdansızca beklemeye devam etmiş ve nihayetinde uludere'de hiç haketmedikleri bir hak bdp'ye adeta hükümet tarafından altın tepside sunulmuştu. Pkk bayrakları tabutların üzerine örtülmüş, devletin kaymakamı kışkırtılan bir grup tarafından linç edilmiş, cumhuriyet tarihinde bir kez daha devletin varlığı 90'ların başında olduğu gibi fiilen bölgeden silinmişti.
Hükümet, Fehman Hüseyin'in ölüsü üzerinden masumların katlini meşrulaştırmanın yolunu gözlerken, devlet zaafa uğratılmıştı. Pire için yorgan yakmak artık hukuk devletinin karinesi olmuş, örgüt mensubu olmadıkları anlaşılan kişilerin ölümü zaten kaçakçılardı diyerek meşrulaştırılmaya çalışılmıştı.
Oysa olayın ertesi sabahında Başbakan bölgeye gitseydi, ekranlardan yarım ağızla özür dilemek yerine o insanların gözlerinin içine bakıp, samimiyetle yanınızdayım, ilgililerden hesabını soracağız deseydi, cenazelere katılıp aynı safta omuz omuza halkının yanında dursaydı, aynen annesinin cenazesinde yaptığı bütün içtenliğiyle Kuran-ı Kerim okusaydı bütün planları tersine çevirmekle kalmayacak, bölgedeki ağırlığını ve etkinliğini arttıracaktı.
Erdoğan'ın öngörülemezliğinden bahseden siyasi analizlerin aksine planı kurgulayanlar, Erdoğan'ın tüm adımlarını adeta planlarcasına tahmin ederek Kürt meselesinde tarihi bir kırılma daha yarattılar.
Asıl sorulması gereken soruyu hep gözden kaçırdık bugüne kadar ama sormamız lazım. Erdoğan'ı bu kadar iyi analiz edenler gerçekten Erdoğan'dan rahatsız olanlar mı yoksa mutlak iktidarın yarattığı bir körleşmeyle Başbakan bizzat yakın çevresi tarafından adım adım tasfiyeye doğru mu götürülüyor yeni bir dolmabahçe mutabakatıyla ?
Son dönemdeki olayları analiz ettiğimde Başbakanın, rahmetli Menderes'in düştüğü hatalara düştüğünü görüyor ve buradan kendisine hiç oy vermemiş bir insan olarak samimiyetle sesleniyorum :
İnsanı özgürleştirmeden devleti dönüştüremezsiniz. İktidarınız ne kadar mutlak olursa olsun, -isterseniz başkanlık sistemiyle 8 yıl daha yönetin bu ülkeyi- insanın fikren yok sayıldığı, kendiniz gibi düşünmeyenlerin ötekileştirildiği, kitlelerin hassasiyetleri üzerinden kamplaştırıldığı bir ülkenin hiç kimseye faydası olmaz. Ali Akel'den Nuray Mert'e, Ece Temelkuran'dan Bekir Coşkun'a kadar herkese tahammül gösterilip fikirlerin özgürce tartışıldığı bir Türkiye'de emin olun en başta siz rahat edeceksiniz. Öldürüp tazminat vermekle temize çekildiğini, huzura erdiğini düşündüğünüz vicdanlar ancak insanlığın öldürüldüğü coğrafyalarda soluklanabilir. Burası ilk kanın döküldüğü Mezopotamya olsa bile, biz ölerek özgürleşen değil konuşarak çözüme ulaşan bir aklın çizgisinde yol almaya devam edeceğiz. Çok geç olmadan 3 kasım 2002'deki çizgiye çekilmenizi temenni ediyor ve samimiyetinize inanarak size bir Ahmet Kaya şarkısı yolluyorum.
22 Mayıs 2012 Salı
Göçebelik, Ruh ve Huzur
Deterjan kokularına sarılarak uyumak gibiydi bazen huzur; yüzümü yatakla duvar arasına sıkıştırıp dünyanın bana erişememesiydi; erişemeyeceğini sanmamdı belki de. Bu yüzden hep kaçtım olabildiğince uzağa, alabildiğimce kendime ait olmayan ne varsa aldım ve kaçtım. Ben kendinden rol çalan bir hırsızdım artık. Çaldıkça ve kaçtıkça mutlu olacağımı sandım; huzur aradım ismimi duymayacağım şehirlerde. Bu yüzden seçtim belki de göçebeliği. Her şehirde fazla anılar yüklemeden zihnime, fazla sevdirmeden kendimi -ki hiç başaramadım zaten- evet bir zamanlar öyle biri vardı diyecek kadar silik kalmak istedim.
Bir yere, bir şeye ait olmamak veya bir süreğenliğine eşlik edecek birilerini bulamamaktı asıl mesele. Bundandır ki hem göçebe hem mutsuz kaldım. Kendimi tanımaktan, tanımlamaktan acizken hangi kapının eşiğine kul olabilirdim ki. Bir bilinemezliğin içindeydim. Göçün bilinmezliği, bilinmezliğin göçü beslediği bir ruh ikliminde hergün biraz daha karasallaşırken en çok nefret biriktirdim içimde. Nihayetinde boz bir kırdan başka ne açabilirdi ki bu topraklarda. Ben o yola çıktığım ilk gün anlamalıydım bunu.
Şimdi en çok kendinden (rol) çalan ve hiçbir ıslah evinin iyi edemeyeceği bir huzursuzlukla yaşlanıyorum. Nerede ve neden kaybettiğini bilip, kaybettiklerimin telafisini mümkün kılacak bütün kapılardan yüz çeviren bir göçebeyim artık. Bozkır, tozunu doldururken ciğerlerime, hiçbir deterjan kokulu uykunun bana iyi gelmeyeceğini, sırtımı döndüğüm dünyada nereye göç edersem edeyim nihayetinde başlangıca varacağımı bilen modern bir cahilim ben. Her şeyi ölçmeye, tartmaya, tatmaya meraklı bir materyalist akledişi, bir bilim manyağı hassasiyetiyle kumar oynarken hayatım üzerine, aynı yolların farklı sonuçlar getireceğine inanacak kadar ruhunu kaybetmiş bir serseriyim.
Şimdi bu yolculuğun nerede biteceğini sorduğumda kendime, aklıma Cemil Meriç'in o güzel sözü geliyor:
"Belki de en değersiz şeyimizi kaybedince her şeyimizi kaybettiğimizi anladık; ruhumuzu."
Bu yolculuğun bittiğini her şeyimi, ruhumu, kaybedince fark edeceksem eğer, siz ruhuna fatihalarla bile anmayın beni. Çünkü bütün ömrüm bir hiç uğruna heba edilmiş olacak.
19 Mayıs 2012 Cumartesi
Dinle... Yağmuru dinle...
İki usta yüreğinizde kopan fırtınaları yağmurun sakinliğiyle bastırıyorlar sanki...
İçinize çekin kokuyu, her parçanız ile hissedin serinliği...
Elbet bahar gelecek...
17 Mayıs 2012 Perşembe
İskender Pala / OD ( Bir Yunus Romanı)
Kitabı bitireli çok olmasına rağmen bir türlü fırsat olmamıştı bloga eklemek.
İskender Pala'nın son kitabı olan 'OD' ile Yunus Emre'nin zamanında yolcuğa çıkıyorsunuz. Kitabın adı olan 'Od' un nedenini sayfa 142'de anlıyoruz.
‘Dağdan odun getiriyordum. Herkes ona odun diyordu; iki
heceyle od-un işte, ataşe veren şey… Ama ben onun ilk hecesiyle ilgilendim,
ateş olan kısmına ‘od’a talip oldum. Herkes dağa odun için gittiğimi sanıyordu
ama ben od için gidiyordum.’
13. yüzyılda Anadolu'daki kargaşa ortamında Mevlana, Hacı Bektaş, Tapduk Emre ve Yunus zamanın öenmli isimleri olarak ortaya çıkıyorlar. Yunus'un hayatını ve iç dünyasına gidiyorsunuz. Zamanında yaşadığı olaylar, ailesinin parçalanışı onu daha çok sorgulamasına neden oluyor ve Yunus zamanla Yunus oluyor. Karısı Sitare'ye olan aşkı ise kitabın başından sonuna kadar hep dilinde.Yunus'un hayatını etkilendiği zorluklar yanında karısına duyduğu aşkta onu besliyor. Aşkını bir bölümde şöyle anlatıyor:
… O gün Sitare ile birbirimize yeniden âşık olmuştuk. Evin
hemen kapı girişinde bir yasemin bitmiş, cılız dalının üstünde üç dal da çiçek
vermişti. Beyaz, berrak üç yasemin çiçeği. Onun kokusunu hissettiğimiz bir
sırada eşiğe oturduk. Bana ‘ Yunus !’ dedi, parmağını kalbinin üzerinde
gezdirerek, ‘Burası kalbinin en değerli yeridir. Burada siyah bir nokta vardır.
Canın canı, sevenin cananı buradadır. O nokta, yoğun bir damla kandan
ibarettir. Adına ‘ süveyda’ yahut ‘sevda’ derler. Siyaha çalan rengi
yüzündendir bu isim. Çünkü sevda, kara talih içinde, o kara kan damlasında
büyür. Bütün tecelli denizleri, bütün aşk fırtınaları, işte o bir damla kanda
dalgalanıp çırpınır. Aşırı sevgi bu damlayı tahrip edip dağıtırsa, parçaları
bütün vücuda dağılır. Aşk, işte bu dağılmanın adıdır ve o dağılırsa âşık artık
ne yaptığını bilemez olur.’
Elif Şafak sayesinde yakından tanımaya merak ettiğim Mevlana'dan sonra İskender Pala da Yunus Emre açısından bir kapı açtı benim için.
Yunus'u İskender Pala'nın kaleminden okumak isterseniz (kitabın yanında verilen CD ile Yunus Emre ilahilerini de dinleyerek ) keyifli ve doyurucu dakikalar sizi bekliyor...
Etiketler:
hayata dair,
Kişisel gelişim,
Kitap,
Kültür ve Sanat
16 Mayıs 2012 Çarşamba
23 Adımda Enerjinizi Arttırma Yolları
Aslında aşağıdaki maddelerin çoğunu hepimiz biliyoruz ama uygulamaya geçme aşamasında biraz üşengeç sayılırız. Bahar geldi gevşedi gönlümün yayları yok öyle :)
Haydi o zaman adım adım enerji dolmaya...
Enerjik bir şarkısız da olmaz :)
1- Cardiff Üniversitesi’ndeki araştırmaya göre her gün 40 gr. buğday,
mısır vb. lifleri almalısınız. Çünkü bu tür lifler enerjiyi artırıyor ve stresi
azaltıyor.
2- Sabahları çıkarken bir soğuk bir sıcak duş alın. Önce ılık bir
suyun altında durun. Ardından suyun sıcaklığıyla oynayın. Ancak başınızı suyun altına
sokmamaya dikkat edin. 5- 6 dakika bunu tekrarlarsanız, çıktığınızda kendinizi
daha rahatlamış hissedeceksiniz.
3- Yapılan araştırmalara göre her dört kadından birinde demir
seviyesinin düşük olduğu belirlenmiş. Bu da yorgunluk ve halsizlik yaratır. Bu
yüzden daha fazla demir içeren yeşil sebze, kurutulmuş meyve ve tahıl
gevreklerinden bolca tüketmelisiniz.
4- Daha bol balık, tavuk, peynir, fasulye ve yumurta yemelisiniz…
Çünkü vücut için gerekli Omega 3 bu besinlerde bulunuyor. Bu hormon da
beyindeki mutluluk merkezini harekete geçiriyor.
5- Günde 2 ya da 3
litre su içmelisiniz. Harvard Üniversitesi’nde yapılan
araştırmaya göre bu oranlarda su içmek dayanıklılığı artırıyor, stresin
azalmasına yardımcı oluyor. Ancak aklınızda bulunsun; fazlası da zararlı.
6- Dik durun. Kambur
durmak kasların daha hızlı çalışarak yorulmasına sebep olur. Nefes almanızı
zorlaştırır. Dik konumdayken daha rahat nefes alınır, oksijen akciğerlere dolar
ve böylece kanın daha rahat dolaşması sağlanır…
7- Yapılan araştırmalara göre en sevdiğiniz müzikleri dinlemek stresi
hafifletiyor ve yorgunlukla daha rahat savaşmamızı sağlıyor.
8- Dışarı çıkın. Sabah kalkınca yapacağınız ilk iş dışarı çıkmak
olsun. Amerikalı bilim adamları doğal ışığın beyni harekete geçirdiğini ve
seratonin salgılamasına yardımcı olduğunu söylüyor. Bu da mutluluğunuzu
artıracaktır.
9- Mutlaka gün içerisinde şekerleme yapın… Amerika’daki beyin sağlığı
araştırmacılarına göre, 30 dakikalık kısa bir uyku bile insanları
performanslarını olumlu etkiliyor.
10- Vücudun asit oranını dengelemeniz gerekir. Gereğinden fazla şekerli
yiyecekler ve peynir aside sebep olur ve enerjiyi emer. Bu yüzden sebze ve
meyve salatalarını bolca tüketin.
11- Doktorlar sizi mutlu eden şeyleri hatırlamanız için sizi mutlu
eden şeyleri bir deftere yazmanızı öneriyor. Bunları okudukça sizi neyin mutlu
ettiğini daha iyi bulabilirsiniz.
12- Düzenli yemek yiyin. Yemekler arasındaki uzun aralıklar şekerin düşmesine,
dolayısıyla enerjinizin azalmasına neden olur. Günde üç kez mutlaka yemek
yiyin.
13- Kaslarınızı hissederek enerji sağlayın. Mesela iki elinizi göğüs
hizasında birleştirin ve birbirine doğru itin. Ardından başınızın üstüne
kaldırın ve bunu 5- 10 defa tekrarlayın.
14- Güne iyi bir kahvaltıyla başlayın. Süt, 150 gr yoğurt, 1 muz,
tereyağ, bal, fındık ve cevizi karıştırıp yiyebilirsiniz.
15- Nefes alıp vermenin önemini mutlaka kavrayın. Derin nefes alıp
vermek, nefes yolunuzu açacak ve daha çok enerji almanızı sağlayacaktır. Her
saat üç ya da dört kere derin nefes alıp verin.
16- Cep telefonunuzu kapatın. Bırakın günün birkaç saatinde kimse size
ulaşamasın. Gerekli oluğunda iş ve aileniz için kullanın.
17- Düzenli olun. Dağınıklık sizi strese sokacaktır. Gereksiz yere
panik yaparsanız, bu stresle işleriniz yolunda gitmeyecektir. Bu kaosu yaşayıp
stresinizi artırmayın…
18- Adımlarınızı artırın. Daha fazla yürüyüş yapın, bol bol merdiven
çıkın. Olabildiğince hareketli olmaya özen gösterirseniz, kanın hızlı hareket
etmesini, kaslara ve organlara giden oksijenin artmasını sağlarsınız. Bu da
sizi rahatlatacaktır.
19- Magnezyum almaya
dikkat edin. Sebzelerde, fındıkta ve tahıllı ekmeklerde bulunan bu vitamin size
zindelik kazandıracaktır.
20- Yiyeceklerdeki enerjinin hızlı emilimini sağlayan Co- enzim Q10,
vücudun ürettiği bir antioksidandır. Bu enzimin oluşmasını sağlayan yiyeceklere
de brokoli, kahverengi şeker, kepekli ürünler, soya ve fındıktır.
21- Çok kafein ve alkol uykuyu engeller ve enerji veren B vitaminini
emer. Haftada birkaç kez 1 ya da 2 kadeh şarabı geçmemeye, çay ve kahve
tüketimini en aza indirmeye özen gösterin.
22- Bilgisayarla çalışırken mutlaka aralar verin. Japon araştırmacılar,
bilgisayar önünde çok oturan insanların endişeli olma halinin arttığını,
gözlerde problem yaşandığını ve beden ağrılarının çoğaldığını söylüyor.
23- Ve son olarak beyinsel anlamda rahatlamak ve yenilenmek için
kendinize 20 dakika ayırın ve şunları yapmaya çalışın…
- Ilık sessiz bir yerde oturun ya da uzanın. Üzerinizde rahat
kıyafetleriniz olsun ve gözlerinizi kapatın.
- Nefes alışverişinize odaklanın ve nefesinizin rahat olmasını
sağlayın.
- Suyun içinde ayağa kalkıyor, yüzünüzü güneşe dönüyorsunuz.
Güneşin sizi enerjiyle doldurduğunu hissediyorsunuz. Derin bir nefes alıp, bu
enerjinin içinize işlemesini sağlıyorsunuz.
Maddeler bahane enerji
mutluluk sizin içinizde. Önemli olanda bu zaten.
Ne demişti Sertab Erener,
‘’Ne
kadar anlamlı yaşarsan kendini sonsuza katlar ‘’
11 Mayıs 2012 Cuma
Tribünde herkesin heyecanla seyrettiği bir maçı ruhsuzca seyredip, umarsızca çekirdek çitleyen biri gibi kendi hayatıma bile kayıtsızken, söylediğim sözün hükmü olur mu bilinmez ama bu uzun süreçte ne sustum ne de durmadan konuştum. Çünkü ne zaman bir şeylerden söz etsem durmadan aynı sözleri tekrarlayan bir deli gibi hissediyorum kendimi artık. İçimde biriktirdiğim bütün kızgınlıkların yönelebileceği onlarca isim varken, her şeyin sebebinin ben olduğunu idrak ettim. Yaptığım en iyi şey ders çalışmak, adını henüz duymadığınız genç şairleri okuyacak kadar şiirlere boğulmak, bırakmaya binlerce kez yemin ettiğim sigarayı arttırmak, işten çıkıp kitapçılara koşmak, ekstre mi kitapçılara olan borçlarla şişirmek ve okudukça huzur bulmasını beklediğim ruhuma daha da fazla ızdırap vermek.
Nefes almak istediğinde, nefes olması dileğinin düşüldüğü bir kitap hediyesi aldım geçtiğimiz günlerde. Evet artık nefes almak, nefes alacağım ve bunu her zerremle hissedeceğim işler yapmak ve mutlu olmak istiyorum. Üzeri siyah bir perdeyle örtülü son 10 ayımı telafi etmek ve çeyrek asırını yitirdiğim ömrümü huzurla noktalamak istiyorum.
Bu kadar çok şey isterken, bir şey öğrendim: Yalnızlık bir durum değil, bir ruh halidir.
9 Mayıs 2012 Çarşamba
Seyfi Teoman...
Hayat bazıları için erken biter…
Gencecik, hiç beklenmeyenler daha acıtır sanki…
Seyfi Teoman 1977’de dünyaya geldiğinde hayatının nasıl akıp
gideceğinden habersizdi hepimiz gibi.
Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü öğrencisiyken aklında
hep sinema varmış. Okulu bitirince Polonya Ulusal Sinema Okulu Lodz’da film
yönetmenliği eğitimi aldı. Teoman'ın 2004'te çektiği kısa filmi
"Apartman", ulusal ve uluslararası pek çok festivalde gösterilerek,
ödüle değer görüldü. Seyfi Teoman'ın ilk uzun metraj filmi "Tatil Kitabı", 58. Berlin Film
Festivali'ne kabul edilen
tek Türkiye yapımı film oldu. Teoman'ın 2008'de Berlin Film
Festivali'nin forum
bölümünde dünya galası yapılan filmi, Türkiye'de ulusal yarışma bölümünde yer
aldığı 27. Uluslararası İstanbul Film
Festivali'nde "En İyi
Film" ve "FIPRESCI" ödüllerini kazandı. Seyfi Teoman, "Bizim
Büyük Çaresizliğimiz" adlı filmle Berlin Film
Festivali'nin yarışma
bölümüne katılmıştı.
Üst satırdaki bilgiler hemen hemen bütün sitelerde kısaca
hayatı gibi geçti gitti. Peki, koca eğitim, emek, çaba iki satıra sığar mı? Gelecek
vaat ettiği aldığı ödüllerden belli. Merdivenleri nasıl da hızlı çıkıyor. Belki
de ülkemizin adını farklı bir şekilde dünyaya duyuracaktı. Bunlar için bile teşekkürler. İnşallah yolunla
başka gençlere ışık olursun. Ülkemizin böyle insanlara ihtiyacı var.
Gidenin ardından kelimeler kifayetsiz kalır. Onun adını
duyurabilmek için kendimce görevimi yerine getirdim sanırım.
Allah ailesine ve yakınlarına sabır versin.
Mekanın cennet olsun büyük insan…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)